YAPISAL DESTEK HİBE PROGRAMI
AÇIK ÇAĞRI #3
PROJE #147
ODEON PERGAMON KÜLTÜR SANAT ALANI - TERSİNE ÇEVİR
Alan açan, katılımcı, kapsayıcı
Bergama'daki yeni sanat mekânı Odeon Pergamon Kültür Sanat Alanı ve mekânın çalışmaları üzerine Günseli Baki ile konuştuk
Bu röportaj 6 Mayıs 2024'te Unlimitedrag.com 'da yayınlanmıştır.
Öncelikle Odeon Pergamon’un oluşum sürecinden başlamak istiyorum. Nasıl ve ne zaman kuruldu? Burayı kurarken amacınız neydi?
Odeon Pergamon Kültür Sanat Alanı, Bergama’nın kültür sanat hayatına katkıda bulunacak çalışmalar yapan, dert edindikleri konuları gündeme taşıyan ve bunu kültür sanat aracılığıyla anlatma arzusunda olan bir grup insanın tek bir çatı altında buluşarak Bergama için bağımsız bir kültür sanat alanı yaratma isteğinin bir sonucu diyebilirim. Aralarında Ne Yerde Ne Gökte Derneği, Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi, Bergama Tiyatro Festivali, Bergama Çevre Platformu gibi kolektiflerin de olduğu kültür sanat üreticisi ve destekçisi 25 kişi Odeon Pergamon Kolektifi olarak bir araya geldik. Uzun bir süre kendi içimizde yapısal ve ilkesel tartışmalar sürdürdük ve sonunda 1 Eylül 2022’de Dünya Barış Günü’nde mekânı hayata geçirdik. Odeon Pergamon Kültür Sanat Alanı’nı açarken, yerelde kültür sanat alanındaki mekân yetersizliğini ve ihtiyacını gidermek için kültür sanat üreticilerine ve izleyicilerine alan açan, katılımcı ve kapsayıcı bağımsız bir kültür sanat mekânı hayal ettik. Kültürel ve siyasi daralmanın yarattığı sıkışmışlıktan kurtulmak için bağımsız kültür sanat alanların varlığına hiç olmadığı kadar çok ihtiyaç var. Bu mekânın da kentte yeni karşılaşma alanı açarak herkes için bir nefes olmasını umut ediyoruz
İzmir’de, Bergama’da bir sanat alanı açmanın ve burada çalışmayı sürdürmenin zorlukları/avantajları neler?
Bergama’nın konum itibariyle İzmir’in merkezine uzak olması, burada yaşayan insanların kültür-sanat etkinliklerine erişim imkânını azaltıyor. Oysa Bergama’da da sanat alanında üretimler yaparak kendini ifade etmek isteyen bir kitle var. İnsanları buluşturacak, bir araya getirecek bağımsız alanlar oluşturmak bu anlamda da çok önemli. Odeon Pergamon’un galerisini ve etkinlik mekânını oluştururken aynı sokakta bulunduğumuz esnaftan, yereldeki kültür-sanat destekçilerinden ve dışardan bizi takip eden birçok arkadaşımızdan destek aldık. Bergama’daki dayanışma kültürünü harekete geçirecek girişimler mutlaka karşılığını buluyor. Bu anlamda çok şanslıyız. Odeon Pergamon’un ilkeleri çerçevesinde gerçekleştirilecek tüm etkinliklere açığız, burası Bergamalıların. Kendimizi bu anlamda iyi anlattığımızı düşünüyorum. Ancak tabii içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılar bizi de etkiliyor. Eskisi gibi kaynak bulmadan projeleri hayata geçirmek artık oldukça zorlaştı. Biz de ekipman ihtiyacımızı karşılayabilmek, sahne performanslarına yönelik bir sahne kurmak için bu yıl cultureCIVIC Yapısal Destek Fonu’na Tersine Çevir projesiyle başvurduk. Bu sayede ekipman ihtiyacımızı da karşılayabildik. Bundan sonra yine en başından beri kurguladığımız gibi çekirdek ekibin desteğinin yanında yerelde dayanışma ve gönüllülük esasıyla sürdürülebilir olmayı hedefliyoruz.
Geceyi Yürümek sergisinden
Tersine Çevir projesi geçen yılın sonlarında başladı sanıyorum. Bu projeyle neyi hedeflediğinizden bahsedebilir misiniz?
Evet, Kasım 2023’de başladı. Odeon Pergamon’un ekoloji, toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine ve çocuklarla gençlere yönelik içerikler oluşturmak yıllık etkinlik planlarımızın arasındaydı. Yapısal Destek Fonu’na başvururken bu yıl toplumsal cinsiyet konusundaki hedefimizi gerçekleştirmemize olanak sağlayacak Tersine Çevir projesini tasarladık. Proje, cinsiyet farklılıklarından kaynaklanan ve eşitsiz güç ilişkisine yol açan yapıların nasıl değiştirileceğini tartışan toplumsal cinsiyet eşitliği atölyeleriyle seminerler, sunumlar, tiyatro oyunları, sanat atölyeleri, sergi ve sanatçı konuşmaları gibi çeşitli etkinlikleri bir araya getiriyor. Bu projeyle eşitsizliği temellendiren ve toplumsal bir uzlaşı haline gelen algıları tersine çevirmek için farkındalık yaratmayı amaçladık. Toplumsal cinsiyet eşitliğini, günlük hayatımızdaki eril tahakkümün gerçekleştiği farklı alanlarda kültür sanat etkinlikleri aracılığıyla tartışarak politik, kültürel ve toplumsal önemini vurgulamayı hedefledik. Etkinlikler 25 Kasım’da Murat Göç Bilgin’in erkeklik, ataerki ve şiddet ilişkisini farklı yönleriyle tartışmayı amaçlayan Erkekler, Erkeklik ve Şiddet semineriyle ile başladı. Nisan sonunda da 16 etkinliği bir forumla birlikte tamamladık.
Tersine Çevir’e gösterilen ilgi beklentilerinizi karşıladı mı?
Biz bu projeyle aslında öğrenilmiş ve içselleştirilmiş kodlarımızı değiştirdiğimizde farklı bir bakış açısıyla dünyaya bakabilmenin mümkün olduğunu göstermeye ve bir diyalog ortamı oluşturmaya çalıştık. Her etkinlik farklı tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu sayede bir diyalog oluşturabildiğimize inanıyorum. Bergamalı daha çok yerelle ilgili konuları kucaklamaya daha eğilimli ama farklı konulara da ilgi hiç fena değil. Hatta İzmir’in merkezindeki etkinliklere olan katılımla karşılaştırdığımda buradaki katılımın çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Çünkü proje, içeriğinde yüzleşmesi zor konuları barındırıyor. Bazı etkinliklere katılım istediğimiz gibi olmasa da genel olarak beklentilerimizi karşıladığını söyleyebilirim. Hatta bazı atölyelere katılım beklentilerimizin üzerine çıktı.
Geceyi Yürümek sergisi sanatçıları
Tersine Çevir projesi kapsamında gerçekleştirdiğiniz Geceyi Yürümek atölyesine katılım nasıldı? Açık çağrıya başvuruları nasıl değerlendirdiniz? Atölye ve sergi süreciyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Açık çağrıya başvuran tüm katılımcılarla kontenjanın üzerinde bir atölye gerçekleştirdik. Bizi sergiye götüren atölye dönemi bazı kavramlar üzerinde derinlemesine tartıştığımız ve birbirimizden de beslendiğimiz sağaltıcı bir süreçti. Yaratıcı bir deneyim alanı yaratabilmenin olanaklarını avangart sanat pratikleri üzerinden işlediğimiz, sanatlarını yürüme eylemine ve onun temsiline dayandıran sanatçıların işlerinden örnekleri incelediğimiz teorik oturumlardan sonra feminist perspektifle ele aldığımız Virginia Woolf’un Professions For Women konuşmasından ismini alan Evdeki Meleği Öldürmek başlıklı oturumlarda ağırlıklı olarak Rebecca Solnit rehberliğinde Virginia Woolf okumaları gerçekleştirdik. Woolf’un Londra sokaklarında amaçsızca yaptığı yürüyüşlerin sonunda zihninde yaşadığı maceraların romanlarına nasıl yansıdığını inceledik. Kimlik, beden, mekan, bellek ve zaman kavramları üzerine tartıştık.
Atölyenin son oturumunda sanatçıların sanatsal üretim için gece yürüyüşlerinde kullanacakları talimatları içeren bir “takım çantası” hazırladık. Çünkü gerçekleştireceğimiz yürüyüşlerde, gece kentte kaybolmayı da içeren, yürürken zihnimizi ve duyularımızı harekete geçirecek bir deneyim alanı yaratmayı hedefledik. Bunun için avangard sanatçıların pratiklerinden yararlandık. Örneğin Yoko Ono’nun Grapefruit kitabındaki talimatlardan, Situasyonistlerin derive’inden, oyunlardan yararlandık. Daha sonra sanatçılar farklı şehirlerde tek başlarına yapacakları yürüyüşler için önceden bir rota çizdiler ve bu çizgilere sadık kalarak yürüdüler. Bir atölye pratiği olarak da el yapımı sanatçı kitaplarını hazırladılar. El yapımı sanatçı kitapları bizim yürüyüş öncesi akışı belirlediğimiz, rotayı önceden üzerine çizdiğimiz bir harita işlevi de gördü. Öngörülemeyeni kucakladık, kendimizi gece yürüyüşlerimizde tesadüflere ve akışa bıraktık. Elbette tüm bu pratikler bizi serginin kavramsal çerçevesine götürecekti. Yani kendimizi akışa bırakarak bir anlamda atölye sürecini de tersine çevirdik.
Gecenin kadınsal olanla, duygularla, delilikle ilişkilendirilmesi bir yana şehirde gece yürümek en çok kadınlar için zor. Gerçekten de dünyada tersine çevrilmesi gereken çok mesele var gibi görünüyor. Geceyi Yürümek sergisinin kuramsal motivasyonlarından söz edebilir misiniz?
Evet, aslında yürüyüş, tarih boyunca sanatçıların, yazarların, filazofların ve düşünürlerin yaratıcılık kaynağı oldu. Ama kadınlar için bu ne yazık ki böyle değildi. Kadınlar ancak 19. yüzyılın sonundan itibaren sokaklarda görünür olmaya başladı. 18. ve 19. yüzyılın başlarında ise Londra ya da Paris gibi kentlerde kadınların gece sokakta olmaları hoş karşılanmazdı; gece sokakta olan kadınların seks işçisi olduğu düşünülürdü. Örneğin Fransız yazar Amandine Aurore Lucile Dupin (erkek takma ismi olan George Sand ismiyle kitaplarını yazardı), erkek kılığında şehre giderdi, ancak o sayede insanların dikkatini çekmemeyi başarırdı. 19. yüzyılın sonundan itibaren kadınların sokaklarda görünür olmaya başlamasında kadın hareketinin çok büyük etkisi var. Gece yürümek günümüzde kadınlar için hala tedirgin edici bir eylem. Yürümeyi sanatsal bir üretim aracı olarak kullanmanın yanı sıra Geceyi Yürümek sergisindeki anlatıların, üretim süreci itibariyle, politik, tersine çeviren, baş kaldıran bir tarafı var.
Gece, bizim sorumluluklarımızı geride bıraktığımız ve kendimizle kaldığımız bir zaman dilimi. Virginia Woolf’un anlatımıyla “Farklılıkların ve tanımların görülemediği gece, her şeyin bir bütün haline geldiği değiştiği, büyüleyici ve heyecan verici olduğu, özgürleştiğimiz ve yeniden doğduğumuz zaman.” Sergi, bu yürüyüşler sonunda sanatçı kadınların hissettiklerini, zihinlerinden geçenleri ve deneyimlerini anlatıyor. Kendimize ait bu zaman diliminde bizim için koruyucu bir mekândan, aşina olduğumuz eşyalarla dolu “ev”den kapıyı çekip çıktığımızda, özgürce gece sokaklarda yürüdüğümüzde ortaya çıkan deneyimleri içeriyor. Bazen gecenin ya da kentin bizim üzerimizdeki etkisi, bazen de “atanan cinsiyetimiz” olan kadın kimliğinin bizim üzerimizdeki yükü anlatılıyor. Atölye sürecinde gece yürüyüşlerini kadın olarak sırtladığımız sorumluluklar yüzünden gerçekleştiremeyenler de oldu; sergide bu konunun da farklı bir tema olarak işlenmesi kaçınılmazdı. Gece yürüyemeyen kadınların gece çıktıkları zihinsel yürüyüşler de yer aldı sergide. Sezgi Abalı’nın Rodin'in Düşünen Adam'ından yola çıkarak yapılan, sanatçının devam eden fotoğraf serisinde kadınlığın farklı halleri içine yerleştirdiği düşünen kadın heykelciği de temsili olarak sergi mekânına arkası dönük, siyah perdeye bakar şekilde yerleştirildi.
Geceyi Yürümek sergisinin ve serginin oluşum sürecindeki yürüyüşlerin sesle ilişkisini de sormak istiyorum. Farklı duyulara, algı biçimlerine nasıl yaklaştınız?
Yürümenin zihni harekete geçiren, algılarımızı açan bir yanı var. Algımız seslere hatta kokulara açık bir şekilde yürüdük atölye sürecinde. Özellikle akışta ve kendinizi tesadüflere bıraktığınız yürüyüşlerde algınız da farklılaşıyor. Daha fazlasını görmeye ve hissetmeye başlıyorsunuz. Duyduğumuz seslerin, kokuların ya da kırık bir kaldırım taşının, rüzgarda uçan bir kağıdın, hafızamızdaki odalardan çıkıp gelen bir geçmişi bugüne çağıran bir yanı da var. Örneğin, Nesrin Ermiş Pavlis gece yürüyüşündeki sessizliği bozan baykuş sesini duyduğunda bu sesin uğursuzluk getirdiğine inanıldığını, halbuki baykuşun geceye ait varlıklardan biri olduğunun söylüyor. Pınar Boztepe Mutlu ise bu defa sessizliği bir hatırlama mekânı olarak işliyor ve gecenin zihni aydınlatan, anıları görünür kılan yanının altını çiziyor ve sessizlik bazen bir yüze, bazen bir ağaca bazen de yüzleşmeye korktuğumuz bir duyguya bürünüyor. Sergide aynı zamanda Begüm Telci’nin el yapımı sanatçı kitabıyla birlikte deneyimlenen bir ses yerleştirmesi de var. Gece yürürken izlediği haritanın üzerine bağ kurduğu, ait hissettiği tüm yer ve mekânların haritalarıyla anlık ses kayıtlarını ekliyor. Duyularla ilgili bir diğer iş de Rojbin Deniz Özyürek’in yerleştirmesi; karanlıkta görmeye, karanlığı seçmeye ve karanlığı dokunsal olarak hissetmeye çalıştığı yürüyüşünde, bu yoğun ve ağır formu, içine elimizi sokarak hissetmemizi sağladığı bir deneyim kutusu üretti. Özge Enginöz kökler, aidiyet ve varoluş kavramlarını sorguladığı bir süreçte yaptığı gece yürüyüşünde kendisine rahatsızlık veren şeyler üzerine düşünürken, bunu temsili olarak anlatmak için el yapımı sanatçı kitabının kapağında dokunduğunuzda gerçekten rahatsızlık veren plastik çim kullandı. Bu da sergide izleyicinin de deneyimleyeceği dokunma duyusuna hitap eden başka bir örnek.
Feminist sanat denilince aklınızda neler canlanıyor? Bir sanatçının üretimini feminist sanat yapan nedir?
Ciddi bir külliyat ve muazzam bir mücadele! Sadece feminist sanat üretimleri değil, feminist sanat tarihçileri, eleştirmenleri, düşünürleri, teorisyenleriyle yüzlerce kadın geliyor aklıma. Feminist sanat, feminizmin ikinci dalgası sırasında başlayan, sanat ortamı içinde kadın sanatçıların kendi varlıklarını göstermek, stereotipleri dönüştürmek ve kültürel tutumları etkilemek için başlattıkları bir sanat akımı ve Ahu Antmen’e göre bu mücadelenin bilincinde olan ve bu mücadeleyi destekleyen bütün sanatçı üretimleri feminist sanat başlığı altında değerlendirilebilir. Dolayısıyla her kadın sanatçının çalışmasına feminist sanat diyemeyiz ve her feminist sanatçının çalışması feminist sanat olmayabilir. Geceyi Yürümek sergisinde üretilen tüm çalışmalar için feminist sanat diyemeyiz ancak atölye sürecinde ve sergi üretimlerinde feminist sanat pratiklerinden yararlandık ve feminist perspektiften ele aldığımız sergi, konusu itibariyle oldukça politik.
Bu sayfa 6 Mayıs 2024 tarihinde yayına alındı.